Gri Dünya

16 Kasım 2009 Pazartesi Gönderen Belgin
Ìlkbaharı çok seviyorum..

Bir sabah uyandığımda çiçeklerin ve dünyadaki bütün renklerin kaybolduğunu gördüm, her taraf griydi. Bu gri dünyaysa hiç güzel değildi.

Kanatlarımı açtım – ben bir kelebeğim – başladım uçmaya, günlerce uçtum dünyanın üzerinde, kaybolan renkleri aramak için. Renklerin hepsini çok seviyorum çünkü. Renkler canlı ve çok güzeller. Rüya gibiler ve benim kısa hayatımın her gününü güzelleştirip, onları daha değerli kılıyorlar benim için.

Geceler, ortalığın griliğini dahada yoğunlaştırmış, dünyayı karartmıştı. Sabah olduğunda renkler hâlâ yoktu, umduğum gibi geri gelmemişlerdi. Her şey, her taraf griydi, o kadar gri ki, ben daha önce başka bir renk görmediğime inanmaya başlamıştım. Ama biliyordum, bu dünya önceleri çok renkli, pırıl pırıl çok güzel bir dünyaydı. Renkleri aramaya ve onları geri getirmeye, çiçeklere, ağaçlara, gökyüzüne renklerini geri vermeye karar verdim.

Ìçimizde en bilgilimiz ve üstün güçleri olan yaşlı kör Kelebeğe gitmeye karar verdim, belki renkleri bulmamda bana yardımcı olurdu.

Yaşlı Kelebeğin yanına vardığımda, daha ben bir şey söylemeden: „Dünyanın durumu nedir, küçük kelebeğim?“ diye sordu. Ona dünyanın grileştiğini ve bütün renklerin kaybolduğunu söyledim. „Dünya değişti ama yinede çok güzel. Çiçekler, ağaçlar, renklerini kaybettikleri için ağlıyorlar.“ diye anlatmaya başladım gözlerimden yaşlar akarak.

"Çiçekler?“ Kör olduğu için yaşlı Kelebek çiçekleri hiç görmemişti.

„Çiçekler çok güzeller, rengarenk parlıyorlar ve çokta güzel kokuyorlar. Ama bir kaç gündür, renkleri kaybolduğundan beri, hepsi yaslı, hepsi ağlamakta. Dünyada sadece gri renk kalmış, diğer renkler kayıp. Onları bulmamda bana yardımcı olur musun?“

“Gri – ama bu çok kötü olmalı. Sana elimden geldiğince yardım etmeye çalışırım küçük Kelebek, ama onları geri getireceğime söz veremem.“

Aklına gelen, hayatı boyunca duyduğu, öğrendiği bütün sihirli sözleri denedi yaşlı ve kör Kelebek, ama olmuyordu işte, renkler bir türlü geri gelmiyordu.

„Özür dilerim küçük Kelebeğim.“ dedi yaşlı Kelebek. „Elimden geleni yaptım, bütün bildiğim sihirleri denedim ama bu benim başarabileceğim bir iş değil. Bunu ancak sen başarabilirsin, yüreğinin derinliklerinde bunun bir çaresini bulacağını ve renkleri dünyaya geri getireceğine inanıyorum. Sana yardımcı olamadığım için çok üzgünüm.“

Yaşlı Kelebek üzgünce başını salladı, bana yardım edemediği için gerçekten çok üzgündü. Orada durmanın bir faydası yoktu, yaşlı Kelebeğe teşekkür edip, oradan ayrıldım. Çok üzgündüm, ama renkleri aramaktan, onları bir gün mutlaka bulup, çiçeklere, ağaçlara geri getirmekten vazgeçmiyecektim. Dünyaya renklerini geri verecektim…

Üzgün üzgün yoluma devam ettim, gece gündüz, her ağaçta, her çiçekte, aklıma gelen her yerde aradım renkleri. Böylece günler geçti, kaç gün geçtiğini bilmiyorum, tek bildiğim artık günleri saymayı bırakmış olmamdı. Ümidimi kaybetmetmeden renkleri aramaya devam ettim.

Bir gün yine uçarken ulu ulu kocaman çam ağaçlarının arkasında bir mağaranın girişini gördüm. Çam ağaçları Mağaranın girişini neredeyse kapatmışlardı, neyseki benim için sorun değildi. Merakla mağaranın içine uçtum. Mağaranın içi çok karanlıktı, ama bir yerlerden ışık sızdığını fark ettim. Işığı takip ederek uçtum, ışık yerdeki küçük bir taştan çıkıyordu. Taş o kadar parlamasa gözden kaçabilirdi, o kadar küçüktü. Küçük olmasına rağmen taştan çıkan ışık göz alıcıydı.

„Ne kadar güzel bir taş!“ diye düşündüm ve onu elime aldım. Taştan yayılan sıcaklık küçük ve yorgun bedenimi bir an da ısıtıvermişti. Köşeleri keskin değildi, yüzeyiyse ipek gibiydi. Taşı yanımda götürmeye karar verdim. Taşla birlikte yuvama – ebedi Renklerin ve güzelliklerin ülkesine – Kelebekler Ülkesine yola çıktım.

Dinmek bilmeyen yağmurun altında uçuyordum, kanatlarım ıslandığı için onları oynatmakta zorluk çekiyordum.


Yorgun ve bitkin bir şekilde kendimi çayırların üzerine bıraktım, küçük taşı kanatlarımın altına sakladım. Yorgunluktan olacak hemen derin bir uykuya dalmışım. Sabah olduğunda güneşin ılık ışıklarının yüzüme vurmasıyla uyandım. Gökyüzü yine griydi, ama yağmur dinmişti.

Hemen kanatlarımın altından taşı çıkardım, güneş ışınları taşa vurur vurmaz, taş mağaradakinden daha kuvvetli parıldamaya başlamıştı. Ben bir kaç adım geriye gidip bu olanları merakla izlemeye başladım. Birden taştan dünyanın bütün renkleri parlamaya başladı: Sarı, Kırmızı, Eflatun, Turuncu, Mavi, Yeşil, Lila, Pembe, Kahverengi, Turkuaz..

Renkler daireler çizerek yükselmeye başladılar. Çiçekler ağlamayı bırakmış, sevinç çığlıkları atarak, benim gibi bu olanları izliyorlardı. Başlarını Renklere doğru uzatmaya çalışıyorlardı. Sarı renk dönen renk dairesinden kendini kurtararak Ayçiçeğinin üzerine uçtu ve yapraklarına dokunmaya başladı. Ayçiçeği gördüğüm en güzel sarıya bürünmüştü artık.

Kendini kurtaran kırmızıysa biraz ilerideki Gül bahçesine uçtu, Turuncuysa, dalında asılı duran Portakallara. Sonra mavi Gökyüzüne, yeşilse ağaçlara uçtu. Diğer renklerde diğer çiçeklere, çayırlara, otlara dağıldılar. Kahverengi toprağı ve ağaçların bedeninden son griyi kovaladı.

Lila ve Turkuaz biraz daha dolaştıktan sonra benimle birlikte Kelebekler Ülkesine gelmeye karar verdiler. Onlar bundan sonra Kelebeklerin kanatlarına en güzel, en parlak tonlarını vereceklerdi.

Ben, küçük bir Kelebek – yılmamış, yorulmamış, bıkmamış, umudumu yitirmemiştim ve dünyayı Griden kurtarmış, dünyaya renklerini geri vermiştim.

O günden itibaren bu dünya biz Kelebeklerin oldu. Biz yazın, Güneşin, Yaşam sevincinin ve Umudun en güzel habercisiyizdir.

Bizler Gökyüzünün pırlantalarıyız.

Biz olmasak, bu dünya nasıl bir yer olur du?



Resim: Pixelio
Etiketler: ,

Bu Yazara ve İlgili Etikete Bağlı, İlginizi Çekebilecek Olanlar



  1. aklıma hangi şairin olduğunu unuttuğum bir söz geldi

    bizim için birazcık zaman
    bir kelebek için koca bir ömür olabilir...

    o kelebekler hep olsun hiç gitmesin

  2. Sevgili Emrah, cok tesekkür ederim. Bu hikaye 8 yasindaki kizima ait:) Güzel sözlerini kendisine iletecegim:))
    Sevgiyle, saglikla kalin:)

  3. Adsız

    ablacım bızım bu cadı cok akıllı ya.

  4. Dolunayim, gercekten felaket bi sey:)) Allah nazarlardan saklasin:))
    Sen nasil oldun bakayim, biraz iyisindir insallah.
    Öpüyorum canim seni:)

  5. şaşırdım!.. bunu 8 yaşındaki bir kız mı yazıyor?? küçük kelebek pırıltısını hiç kaybetmesin..

  6. Fundacim, evet bu hikaye 8 yasindaki kizima ait, o yaziyor (Almanca), ben ceviriyorum:)) Bütün kücük kelebekler kaybetmesinler piriltilarini:))
    Sevgiyle kal:)

  7. Sevgili Belgin!
    Türkçede hani bir deyim var; Dilli Düdük diye. Tam tamına öyle bu şirin. Benim tanıdığım bildiğim ikincisi oluyor. Hem de Almanca yazıyor..
    Öyle temiz ve net anlatmışki se4kizinde olduğuna inanmak güç. Fakat çok sevindim sayende bir ufak yazarımız daha oldu. Aile gittikçe büyüyor. Eh Ağzım Kulaklarımda diyeyim.
    Sevgimle. Onun yanacıklarından öp benim için..

  8. Ali Abim, Sara tam bir Dilli Düdük:)) Tabii öperim yanaklarindan senin icin:)) Haftasonu size bir sürprizimiz var:))
    Sevgiyle, saglikla kal abim:)

  9. Eh ! Hadi Bakalım !. Hafta Sonunu İple Çekeceğiz..
    Ne imiş Bakalım Bu Sürpriz...

  10. Adsız

    Belgin 8 yaşında bir melek ve ne güzel anlatmış
    hayranlıkla okudum ve sevgiyle kuaklıyorum onu..

  11. Sevgili Asyaselda, cok tesekkür ediyorum:))

    Sevgiyle, saglikla kalin:)

  12. Ali Abim, Sürprizimizi acikladik, sayfamdan görebilirsin:))
    Sevgiyle kal:)

  13. İnanamıyorum, bu ne güzel bir anlatım,nasıl bir hayal gücüdür böyle... Çok güzel! hayran kaldım gurur duydum. Seninle ve minik cadıyla.

    Minik kelebekler uçtukça dünya rengarenk olacak bundan hiç kuşkum yok.Onun minicik pırıl pırıl yüreğinden öpüyorum. Yolu açık başarıları sürekli olsun...

    Sevgiler sana ve küçük cadıya

  14. Cinar ablam, cok tesekkür ediyoruz, o kücük kelebekler hayatimizdan hic eksik olmasinlar:))
    Öptüm ablam:)

Yorum Gönder

İnsana Dair ve İnsanca Her Türlü Halin ve Yorumun Üstünlüğüne, Biricikliğine İnanıyorsanız. Lütfen Siz de Paylaşın.