KIRDA AÇAN ÇİÇEKLER 4
Ayşe neşeyle koştu karşıdan “ siz mi geldiniz ?” diye kollarını açarak sarıldı, Nazlı’nın boynuna asılarak. Masanın üstündeki okul çantasını gördü aynı anda “ne güzelmişş” dedi eline alıp inceleyerek. “ Bu defterin aynısından vardı geçen sene bende…” sonra gözlerini koca koca açarak ” Aaa siz miydiniz yoksa bize onları getiren, bunlarda mı bizim yoksa..?” dedi, hediyeleri tek tek karıştırırken… Bu sırada Mehmet’le konuşan Ahmet’in dikkatini çekti masanın üstündekiler. Sevinmedi çocuk kızdı hatta. Kaşlarını çattı çardağın en uzak köşesine oturdu başı önde. “ Nasılsın Ahmet, bana hoşgeldin demeyecek misin?” Çocuk yerinden kalktı soğuk bir ifadeyle kadının elini öptü ve yüzünde aynı sert ifadeyle gitti aynı yere oturdu.
“Biraz yürümek istiyorum,sabaha kadar yolculuk yapmaktan ayaklarım şişmiş. Ahmet! benimle gelir misin? Çocuk isteksiz isteksiz,yine kaşları çatık başı önde yerinden kalktı ve Nazlı’yla beraber yürümeye başladı.
“ Hediye almaktan pek hoşlanmıyorsun sanırım” dedi Nazlı, çocuğun tepkisinden çekinerek usulca yumuşacık bir sesle. “ yoo…” dedi Ahmet. “Biliyor musun Ahmet ? Koskoca teyze oldum ama hala, biri bana birşey aldığında çok mutlu oluyorum. Sevincimden zıp zıp zıplarım çocuk gibi bazen, aldığım hediyeyi beğendiğimde” “ Hem sonra sevgimizi göstermenin güzel bir şeklidir hediye vermek. Sence de öyle değil midir?” Hiç sesini çıkarmadı Ahmet ama yüz ifadesi yumuşamıştı, buna sevindi Nazlı…
“Nasıl gidiyor dersler,bu sene liseye başlayacaksın değil mi?” “Anadolu lisesini kazandım dedi çocuk” “ Yaa! Ne güzel, çok sevindim” “Ben aslında fen lisesini kazanmıştım ama şehre gidemem annemi bırakıp, o yüzden burdaki anadolu lisesine gideceğim.” Kadın çok şaşırmıştı, gerçi duyuyordu Hüseyin ağabeylerden çocukların ikisinin de çok çalışkan olduklarını ama yine de bu imkansızlıklar içinde bu kadar başarılı olabileceğini düşünmemişti. “Keşke gitseydin fen lisesine,annen yalnız değil ki, dayısı var ablası var.” “Olmaz, bırakmam annemi.” Dedi çocuk, panikle sanki. “Tamam canım, haklısın…” Üstelemedi zor konuşturduğu çocuğu üzmemek için. Ahmet açılmıştı “ Ben okul birincisi oldum, bu yüzden ücretsiz gittim hazırlık kursuna“ dedi Nazlı’yı hayran bırakarak… Kadın kendi çocukları ders çalışsın başarılı olsun diye, yıllarca adeta onlarla birlikte okuduğunu düşündü … “Ya Ayşe onun durumu nasıl, o da çalışkan mı?” “ O benden akıllı” dedi çocuk, kardeşiyle gurur duyduğunu belli eden bir ifadeyle… “ Ne okumak istiyorsun üniversitede Ahmet?” “Öğretmen olmak istiyorum” dedi tereddütsüz. “Neden? çok mu seviyorsun öğretmenliği, mesela doktor olmak istemez misin?” Doktorluk çok uzun yıllar okumak ister, benim o kadar zamanım yok. Okulu bitirip hemen işe başlamam gerek.” Ahmet’in her konuşması biraz daha hayrete düşürüyordu kadını. Çocuk biran evvel para kazanmak istiyordu ailesi için. Bu yaşta büyük bir insanın sorumluluğunu taşıyordu omuzlarında… Uzun uzun sohbet ettiler yol boyunca. Dönüşte hem konuşuyor hem gülüşüyorlardı neşeyle.
Eve döndüklerinde Ahmet, masanın üstünden kendine ait hediyeleri aldı, teşekkür ederek evlerine gitti.
Birkaç saat sonra Nazlı ve eşi gitmek için arabalarına binmeye hazırlanırken, Ahmet’in koşarak kendilerine doğru geldiğini gördüler. Elinde evlerin yan tarafında boydan boya uzanan portakal bahçelerinin kenarında açan, mor ve sarı kır çiçeklerinden bir demet vardı. “Bunları senin için topladım” dedi Nazlıya çiçekleri uzatırken. Nazlı, Ahmet’e sarılırken gözyaşlarını saklayamadı bu kırda açan nadide çiçekten… “Söz ver bana, Ankara’da bir üniversite kazanırsan bizim yanımızda kalacaksın. Bundan, ben de Mehmet amcan da çok mutlu olacağız” “Tamam” dedi çocuk gülümseyerek…
……….
Bir gün; Beş altı yaşlarında sarışın eli yüzü kir içinde gözleri ışıl ışıl bir oğlan çocuğunu elinden tutmuş,eve doğru gelirken gördü kadın kocasını. Ne yapacağını bilemeden öylece kalakaldı bir süre,sonra “Hoşgeldin” dedi. İçeri girdiler. ”Çocuğu yıkayıver çok kirli” dedi adam utanarak ama itiraz da kabul etmeyeceğini belirten bir ses tonuyla… İtiraz etmedi. ”Niye geldin?” demedi. “Bu çocuk kim?” de demedi, küskün çaresiz kadın. Hayır demeyi bilmiyordu, aklına bile gelmedi. Hep boyun eğmesi, itaat etmesi öğretilmişti, önce babasına ağabeyine tüm akraba erkeklere ve en çok ta kocasına… Aldı banyoya götürdü bir güzel yıkadı çocuğu, çocuklarının küçülmüş eski giysilerinden giydirdi, karnını doyurdu, uyuttu…
Birlikte yaşadığı kadın, çocuğunu da bırakıp iki üç satırlık bir not yazarak, terk etmişti adamı bir başka adamla…
En çok Ahmet’i ikna etmek için zorlandı kadın; “Ayşe nasıl kardeşinse, bu da öyle… Ne suçu var garibin..? Bırakıp gitmiş işte anası, biz de mi sokağa atalım..?. Nasıl da abi diye etrafında dönüyor görmüyor musun, Abisi..?” Çok isyan etti Ahmet… Sonunda, bu küçücük, kendilerine hiç te benzemeyen sarışın renkli gözlü çocuğa içi ısındı, dışı sert yüreği sevgiye aç bu küçük adamın. Bu kardeşini de bağrına bastı Ayşe gibi…
Kadının içinde ne fırtınalar koptu kimse bilmedi… “Kocam“ dedi . ”Çocuklarımın babası” dedi. “Ee bir de iş buldu,kimseye muhtaç olmayacağız. Ne yapayım? Olsun, başımızda dursun da…” dedi.
SON
Sevgili Çınar!
Hep mi kabullenmek gerekiyor acı da olsa, kırsa da. Gizliden görünmezden ne yıkıyor ne hırpalıyor insan ruhunu...
Tekrar tekrar ellerine sağlık.
Sevgilerim İle.
Ali Kardeşcim; çaresizlikler belki, boyun eğdiren, "olsun ne yapayım" dedirten. Bu kabullenişlerden değil midir,ezilmiş her kadının -erkeğin- yüzündeki sert çizgiler ya da gözlerindeki buğular...
Çok teşekkürler,sevgiler