Kimsin Sen Ali İkizkaya

23 Ocak 2010 Cumartesi Gönderen Emrah Ateş 11 yorum
Askere geldim geleli tarihleri unutur oldum şafak saymayayım diye. İsimleri türküleri hep unuttum. Ama unutmadığım bir insan vardır ki ( unutamam da dürüm borcum var :) ) o da Ali Abeydir.

Askere gelmeden 1 ay önce felandır sanırım. Ali Abey İstanbul'a gelmişti ve Taksim'de buluşmıutuk onunla. '' Boruların orada ( gülüşmeler ) buluşalım '' demiştim ona. '' Üzerimde yeşil bir mont olacak'' demişti bana. Doğrucu adam ha montu da yeşil.

Ali Abeyin ilk anda sevdiğim özelliği nedir biliyor musunuz ? Size sımsıkı sarılması. O mecburi yaşlanmaya başlamış olgun yüzü ve bıyık altından o ince çocuksu gülümsemesiyle bir ADAM'dır o! Geldiği gibi sanki öz kardeşini görmüşçesine sarıldı direk. Öpüştük koklaştık. O an'a kadar '' '' acaba elimi mi uzatsam, admımı mı söylesem ilk, abi mi desem adının yanına bey mi eklesem '' gibi, sanki iş görüşmesi pilanları yaparken Ali Abey beni tüm bu dertlerden anında kurtardı. Babo diye hitap ediyorum ona.

O öyle biridir ki ilk kez buluştuğu kişideki iyiliği görünce hayatının kapılarını sonuna kadar açar. Ona dürüm ısmarlar.
O kişi askere gittiğinde '' neden aramıyon babo '' diye fırça atar.
Evinin kapılarını sonuna kadar açar
''Canım sıkıldı de'' ben anlarım, der.

Yani eğer aklınızın bir köşesinde ''lan bu Ali ne ayak '' diye düşüneniniz var ise; Babo'dur o. O, Abidir. O insanları insan oldukları için sever ve hemen sarılır. Eğer yine aklınızdan bu adamla çay içsem mi diye düşünüyorsanız hiç durmayın gidin için, dürümde ısmarlar :)

Ali Abey benim bir kere gördüğüm, arada telefonla konuştuğum, askere gittiğim için dostluğu ve kardeşliği biraz yarım bıraktığım insandır. Bana kırılma Ali Abey. İlk fırsatta arıyacağım seni. Cansın sen. Özledim seni. Yazın gelicem yanına inşallah.

Ve tüm blogcanlar. Arada bir kendi bloguma yazmaya çalışıyorum. Burayı biraz boşladım zamansızlıktan kızmayın bana. Her biriniz inanıyorum ki ayrı bir can'sınız. Hepinizlle birgün çay içmek nasip olur umarım. Şimdilik dikkat edin kendinize.

Şafak atar
baba yatar
bitmez ulennn 405 :)
Tam Metin

Kediler Bilir

20 Ocak 2010 Çarşamba Gönderen Yazmak Keyiftir 8 yorum
Ormanın içinde bir yerde oturuyorsanız eğer,
Tabiata yakınsınızdır. Orada evrenin işleyişini, kurallarını çok yakın izlerseniz. Evreni kavrarken tümden gelimden ziyade tüme varımla izah edersiniz Allah'ı. Yaprak kıpırdar, rüzgar eser, yağmur yağar, fırtına çıkar. Ay ışığında göz kapaklarını açıp kapatan Baykuş'un gözlerinde, sabah erken kapınızın önüne gelen bebe kirpilerde, yeni doğmuş köpek, kedi yavrularında, soğukta balkon demirine konan kuşlarda, güneşle birlikte asmanın üstünden gelen sincapta hep O'nu görürsünüz. Evrenle, göl kenarındaki sazlar gibi eğilip kalkarak uyumlu yaşamayı ve paylaşmayı öğrenirsiniz. Kapınızın önüne bir mama kabı bırakır, rüzgar çanlarının yanına uçanlar için kış aylarında küçük margarin salıncakları asarsınız. Ayırt etmemeye gayret edersiniz birini diğerinden ama .. kedilerin yeri ayrıdır bende. Hele siyah-beyaz olanlarının. Belki de içimin tek mevsimi sonbahara uygun olduğu için.
Bilinenin aksine, kedilerin allegorik hikayelerde ifade edildiği gibi metafizik bir dünyaları ve apayrı bir sevgi hissediş tarzları vardır. Kediler sevdiklerine ve evlerine sıtkı sadakatle bağlıdırlar. Kedilerin gözleri ancak ve ancak iki halde yollara düşer..
Birincisi, ölümlerinden önce ..
İkincisi, incitilip istenmediklerinde ..
Halk arasındaki söylecenin tersine nazik ve naiftir kediler. Biz anlamasak da son bir vedayı çok görmezler bize. Hep son kez gece gelir.. sabaha karşı yok olurlar ..

Kediler bilir ömürlerini ve istenmedikleri zamanları ..
Giderler uzuun yollara acı vermemek ve incitmemek için ...


Tam Metin

HAITI AGLIYOR-II

16 Ocak 2010 Cumartesi Gönderen Yazmak Keyiftir 8 yorum







Biz nasıl bir millet olduk. Toplumsal belleğimizi nasıl sildiler, sildik, sildiler. Ortak vicdanımızı nerde, ne için bozdurup harcadık ?. Bizim hislerimiz yok mu?. Biz insan değimiyiz ?. Biz aynı duruma düşmedik mi ?, düşemezmiyiz ?. Ben Çınarcıkta annemi bulmaya gittim. Thailand da siklonda insanların odadan havaya savrulduğunu gördüm. Yaşamayan bilmez. Dünya bizim ortak yaşam alanımız değilmi ?. 72 saattir televizyon seyrediyorum. Ancak uydudan kaydedip sizlere bunu hazırladım. Yarın daha çarpıcıları gelecek. Bizim ülkemiz, medyamız, televizyonlarımız bizi uyutuyor. Bizde uyumaya dünden razıyız. Haiti tamamen, tam tabiri ile yerle yeksan olmuş. Dünya akmış oraya çalışmaya başlamış. Dünya televizyonları eğlence programlarını kesti. Her on iki dk.da bir sürekli yayın yapıyorlar. İlk gelen ekipler;
Çin, Brezilya, Amerika, Belçika, Fransa, İzlanda, İspanya
Birbirleriyle kanlı olan Küba bile hava sahasını Amerikaya açtı. Avrupada insanlar ağlayarak sokaklardalar. Onlar aynı hassasiyeti Marmara Depreminde de bize gösterdiler. Ben Çınarcıkta annemi bulduğumda deprem gününün sabahı 07:30 idi. Saat 12:30 da Fransız ekibi gelmişti ve ben tercümanlığa ve onlarla çalışmaya başlamıştım. Şu TV lerde son görüntüleri olan, yerde yatarken su verilen 3 yaşında enkazdan kurtulan küçük çocuğun adı İsmail. Bir müslüman bebe. Dininin önemi yok. O da bir evlat. Biz nerdeyiz. Tıssss. Hükümetten ses seda yok. Kızılay hala toparlanacak. Elin ispanyolu yemek çadırını kurmuş bile. Fransa da çeşitli yardım kuruluşlarına son 24 saat içinde fransız halkı tam tamına 5 milyon euro bağışladı. Belçika halkı-bizim kaçta kaçımız memleket-1.5 milyon euro topladı. Fransada bağış çekleri yüzünden postahaneler kilitlendi sabahlara kadar çalışıyorlar. Fransızı halkının ortalama fer başı bağış miktarı 60 euro. Beğenmediğimiz, vaziyeti sefalet sırbistan bile 600 bin euro toplamış. Bizim tv ler hükümetin ve kızılayın ayıbı çıkmasın diye görüntüleri, bilgileri makaslayıp yanlış tercüme ediyorlar. Aslında bizim tv lerin söylediği gibi halkların yaptığı bağışların haricinde devletlerin şu ana kadar yaptığı bağış, söylendiği gibi 200 milyon dolar değil 600 milyon dolar. Bizden bir tanesi çıkıp ne yapıyoruz anlatıyor mu ?. Hala birbirlerini yiyiyorlar. Yok efendim Taklabakan Destanı, amanın Taklabakancılar ne yapmış. Bir açmadır açılmadır gidiyor. Aç aç, ben de göreyim. Hürriyet falan dümenleri. Fransız bakan dün sabah Haiti ye gitti. İstanbulun yarısı kadar nüfuslu yunanistanın uçağı iki saat önce oraya vardı. Utanmıyorlar mı ? acaba. Hele bir manzara vardı ki, anlatmadan geçemiyeceğim;
Fransız bir kadın sokaklarda ağlayarak çocukları taşıyor. 30 yaşlarında bir hanım. Deprem den önceki gün eşiyle birlikte Haiti ye gelmişler. İki yaşında bir çocuğu evlat edinmek için. Sokaklarda yavrum, yavrum diye bebeleri taşıyıp kendi evlat edineceği çocuğu bulmaya çalışıyormuş. Fransızlar ve Belçikalılar özel bir evlat edinme masası oluşturdular. Geçici yada kalıcı Haitili çocukları evlat edinmek isteyen ailelerin başvurması için. Şu ana kadar fransada 2000 in üzerinde, Belçikada 600 ün üzerinde aile başvurmuş. Görüntüler, o kadar berbatki haitide. İçiniz olmasa bile, dayanılacak gibi değil. Garibim bir adam eşini eski buzdolabının içine koymuş defnedilmesi için buldozerin kepçesine koyuyor ağlayarak. Yukarıda ki haberin sonunda ağlayan kadın Haitili ama kanada hükümetinde müsteşar, ağlıyor. Dünya bunları veriyor, bizde de televizyonlar çengi köçek, vur patlasın çal oynasın durmamaca.. Hani biz misafirperverdik, Türkler gibi yoktu.
İçim nasıl yanıyor o bebelere ve insanlara. Sabahtan fransa sınır tanımayan mühendislere telefon ettim. Kanada'dan yola çıkıyorlarmış. Lanet olsun şu maddi imkanlara. Nasıl insanlık gururuma dokunuyor, bir bilseniz ?. Ben hadiseye politika, siyaset gibi yerlerden değil, insanlık şerefim ve bunun bir gün başıma gelebileceği gerçeğiyle bakıyorum.
Tam Metin
Etiketler: ,

ADALAR DENİZİNİN GÖKYÜZÜ-HAITI AĞLIYOR

13 Ocak 2010 Çarşamba Gönderen Yazmak Keyiftir 8 yorum
Bizim ailede, çevremiz, memleketimiz veya dünyanın herhangi bir yerinde insanlar bir felakete uğradıklarında eve matem havası çöker ve kimseler pek bir şey yemez, daha doğrusu boğazından geçmezdi. Hani tabiri caiz ise kimsenin ağzını bıcak açmazdı. Dua edilirdi sadece, felakete uğrayan, zulüm gören insanlar için. O yıllarda televizyon radyo bu kadar gelişkin olmadığı için uzak denizlerin ülkelerini oralara gidip gelmiş kaptan büyüklerden dinler.. Sonra da odamda atlastan yerini bulup orası ile ilgili hayaller kurardım..
Haiti, Güney Amerikada, Küba ile Porto Rico arasında ufacık bir ada ülkesi. Yüzyıllarca bir fransız sömürgesi olarak yönetildi. Fakat son yıllarda ulusalcı ve amerikaya bağlı gerilla gruplarının kışkırtılmasıyla amerika ve fransa nın itiş kakış alanı haline geldi. Ülkedeki isyan ve başkaldırı hareketlerine dayanamayan fransa ülkeyi terk ettikten sonra da sular durulmadı. Devrim sarhoşluğuyla halk birbirine düştü. Yerleşim isimleri fransızcadan ingilizceye çevrildi. Bu sefer de ulusalcılarla amerika yanlısı gruplar birbirleriyle çarpışmaya başladı. Halk tarifsiz bir açlığa ve sefaletin içine düştü. İnsanlar berbat şartlarda insan tacirlerinin elinde kamyonlarla hayatın iyi seviyede olduğu sınır komşusu Dominik Cumhuriyetine inşaatlarda çalışmak için kaçmaya başladılar. Ülkede enflasyon ve parasızlıktan nerdeyse kıtlık baş gösterdi. Geçen sene bir ara 1Kg pirinç neredeyse 10Euro civarına çıktı ama bulmak ne mümkün. En sonunda Birleşmiş Milletler gelip adaya yerleşti asayişi sağlamak için ama halk hala sefil. En son geçen sene siklon ve arkasından gelen sel felaketi güçsüz vücutlarını ıslattı. Ve daha toparlanamadan dün sabaha karşı 04:52 sıralarında bizim Düzce depremine benzer karakterde bir depremle her şey üzerlerine çöktü, sonra da karardı onlar için o masmavi adalar denizinin gökyüzü. 300 yıldır huzur yüzü görmeyen Haiti ağlıyor şimdi kararmış gökyüzünün altında.
Adlarınızı bilmediğim, yüzlerinizi görmediğim ada insanları, Haiti Halkı !
Ben de sizin için ağlıyor, dua ediyor.. ediyorum. Acınızı yüreğimde hissediyorum. Aciz ellerimden ise ancak bu kadarı geliyor ...



Tam Metin
Etiketler: ,

Sen Daha Ne İdin Nasıl Büyüdün Zulme Çocuk

12 Ocak 2010 Salı Gönderen Gülen Tezer 13 yorum
Beş yaşında.
Çöp kutusunun yanında bulunduğunda ağır yaralı bedeni yaralarına dayanabilse bile biraz daha orada kalsa soğuktan donarak yok olup gidecekti..
Mendil satmaktan başka hiçbir şey bilmeden, hiçbir duygu tanımadan, okula gidemeden ve daha bir çok şeyi yapamadan..
Hayata meydan okumak nasıl bir şeydir onun yaşında?
Bütün tehlike ve pisliğine karşın bir sokak başına salıverilen küçücük bir çocuk.
Soğuk, küçük bir çocuk, bir sokak ve çocuğun elinde kanlı kağıt mendiller.
Onu sokağa bu işi yapması için salan anne-baba dediklerimiz.
Dört tane daha var onlardan.
Evet, çocukların adı, bu anne baba tipleri için sadece 'onlar'!
Her biri bir köşe başını tutsa; yazın cayır cayır bedenleri, kışın buz tutup çatlasa elleri.
Önemsiz..
Nasıl hazırlanır hayata bu çocuklar?
'Ben mendil satarak buraya geldim' diyen kaç kişi çıkar aralarından?
Ki nereye gelirlerse gelsinler çocuk anılarından kalanlarla iflah olur mu yaslı ruhları?
Olmaz.
Onlar mendil satarken ya da benzer bir şey; önlerinden anne babasının elinden tutmuş neşe içinde yürüyen bir çocuk geçse iç buruklukları saplanacak kalbine bir ok misali.
Var mı bir telafisi, var mı görüntüyü hafızalarından silecek bir tuş?
Bir çocuk, hem de bu kadar küçüğü neden mendil satsın ya da benzer işin peşine düşsün?
Okula gidecek, okuyup adam olacak.
Anne babalar bunun için çocuk sahibi olmuyor mu?
Biz böye bilirdik.
Beş yaşındaki çocuğunu sokağa mendil satsın diye salan anne baba şu an karşımda olsa, onlara duyduğum öfkeye hakim olmak için kılımı kıpırdatmam.
Bunun için mi çocuk sahibi oluyorsun?
Dört tane doğurduğun için mi değersiz bu çocuklar?
Anne olmayla ilgili sağlık sorunun olmadığı için mi bu kadar hoyratsın?
Zırt pırt doğurabildiğin, hayatında sadece bu beceriye sahip olabildiğin için mi beş yaşındaki çocuğuna bu kadar acımasız davranabiliyorsun ?
Biz gözümüzden sakınırken değerlimizi, sabah kapı önünden geçen okul servisine elimizle teslim ederken sen nasıl bu kadar sorumsuz davranabilirsin?
Bir evlat sahibi olmak için zaman, servet ve bu uğurda bozulmuş ruhlar biliyorum düzeldiğine tanık olmadığım..

Anlamıyorum, benzer tipte mazisi kirli aynı aileye çocukları nasıl teslim edilir?
Bu çocuklar neden daha önce devlet korumasına alınmadı?
Bu suç, ikinci kez suç işlendiğinde cezai işlem uygulanacak türden bir suç değil!
Bu bir suçtur, çok ciddi bir suçtur.
O çocukların güvenli bir ortamda yaşayabilmelerinin yolu böyle vahim bir olay sonrasında gerçekleşmemeliydi.
Faşizan bir yaklaşım hiç değil; bu tip anne baba ruhundan uzak kişiler kısırlaştırılsın ki hayatlarını idame ettirmek için bir meta olarak gördükleri çocuklar getirmesinler dünyaya!

Ya diğer çocuklar?
Aynı işi yapan 'rakip' çocuğun vücuttaki en sert kemik olan kafatasını kıracak derecede hırpalayan diğer çocuklar?
Kavganın, gücü yetenin diğerini hırpalamasının sorun çözme biçimi olduğunu düşünen çocuklar. Pastadan pay kapmanın farkına 'şimdiden' ve hem de 'bu' biçimde varmış olan çocuklar.
Bu çocuklar büyüdüklerinde ne olacak?

Beş yaşında hem beden hem ruh olarak bu kadar ağır ve acılı bir travma yaşamış bu yavru hayatı boyunca iz taşıyacak ruhunda. Her köşe başı onun için korktuğu bir yer olarak görsellenecek zihninde, çöp kutularının yanından her geçişinde yediği feci dayaktan sonra ölüme terk edilmişliğini hatırlayacak ömrü boyunca..

Durmayın en az üç çocuk yapın diyenler, yapmışlar işte; hem de üç değil dört tane.
Bunun için mi çocuk sahibi olsun insanlar, bakamayacakları çocukları yapıp sokağa salsınlar ve bir daha da toparlayamasınlar diye mi?
Böyle bir anne ve babanın varlığına inanmak istemeyen aklım ne yazık ki olanların farkında.
Niyetten geliyor her şey.
Dört ya da daha fazla çocuğu olan her anne baba böyle değil neyse ki; şükürler olsun ki değil!
Kısırlaştırma önerim halen sürmekte..


Sen daha çok küçüksün, çabuk iyileş çocuk..

Tam Metin
Etiketler: ,

KOYUN-dan KOYUN-lara

11 Ocak 2010 Pazartesi Gönderen Yazmak Keyiftir 22 yorum
Piyanist filmini ne çok severim. Bende yeri apayrıdır. Filmin jenerik müziğini ve ana temaların tamamını besteci Liszt in eserleri oluşturur. İshak Perlman da o muhteşem icrası ve müzik bilgisiyle filmin vuruculuğunu zirveye taşımıştır. Liszt i dünyada gelmiş geçmiş en iyi icra eden piyanist Paderevski dir ama filmde iyi bir Liszt icracısı piyanistin Nazi ordularının Polonya yı işgali ve sonrasındaki hayatı anlatılır. Filmin bir bölümünde soğuk bir evde saklanan piyanist sürekli olarak apartmana gelenlerin ayak seslerinin tınılarını dinleyerek kendi akibetiyle ilgili tahminlerde bulunmaktadır. Feci bir ruh halidir içinde bulunduğu. O sahnede aklıma Polonya lı bir aydının yazdığı şu satırlar aklıma gelmişti.
Bir gün geldi Yahudileri Götürdüler ..
Bir gün geldi Masonları Götürdüler ..
Bir gün geldi Gazetecileri götürdüler ..
Bir Gün Geldi,
Beni Götürdüler ...
Tam da böyleydi ruh hali hep merdivenlere kulak kabartan piyanistin. Hep aklının ve ruhunun odalarında Liszt in iç burkan trilleri(piyanoda içinizi titretmek için kullanılan bir teknik) ile dolu pastoral ya da sisli, yağmurlu kırsal manzaraları vardı. Kırlar, mevsim sonbahar bile olsa papatyalarla olduğu günlerdeki kadar güzeldir koyunlarla. Uzaktan baktığınız bir manzarada onu yapan bir ressamın son beyaz yuvarlak dokunuşlarıdır bu canlılar.
Ne güzel hayvanlardır koyunlar. Sütü, yünü, eti ve bir de uysallığı olmasaydı ONLAR ne yapardı bilmiyorum ? Bir de güzel Türkçemizde bebeleri üzerinden Kuzu Kuzu gitmek ve davranmak gibi dilimize pelesenk olmuş deyişleri vardır. Koyunların idaresi basittir. Bir sürü başı Alpha koyun vardır. O ne yaparsa o olur. Zıpladı mı ? Zıpla. Uçurumdan mı atladı ?. Hoppaa ! hepsi aşağıya. Bizler de öyle olduk. Fakat biz de Alpha yapmıyor, söylüyor, uygulattırıyor. Sanki başka bir cins ve sürüden. Ya da tabiat denen matematik ve kimya mucizesini red eden bir el yardımıyla sentetik malzemeden yaratılmış. Ne yazık ki bir çok sürü mensubu sorgulamıyor bile ... Ol deyince oluyor. Diktatör bir tarafı var bu Alpha koyunun.
Şimdi bir paragraftan bu yana koyunlar üzerine yazıyorsun. Koyunlarla ne alakan var,? Neler oldu sana ? sorularını sıralayabilirsiniz. Bana da olanlar oldu da, bir müddet sonra sizlere de olacak. Benimkisi felaket tellalığı yapmaktan ziyade, siz hemcinslerime gelen tehlikeyi haber vermek, uyarmak ve çabalarınızın heba olmasına engel olacak yöntemler hakkında biraz olsun haber vermek.
Bir çoğunuzun profeyonel hayatı, elektronik ve bilişimin dışında olduğu için Blogspot veya Blogger ın alt yapısının nasıl çalıştığından haberinizin olmaması çok normal. Benim meslek grubumdan olan bir çok blogger alt yapının nasıl olduğunu iyi bildikleri için yazılarını daha çok sizlerin HTML kelimeciği altında izlediğiniz kodlar şeklinde yazıyoruz.
Bildiğiniz gibi, uzun bir süreden bu yana ben kendi blogumda yazmayı durdurmuş ve FaceBlog un inşası ile uğraşırken aynı yerde de seyrekte olsa yazılar yazıyordum. Fakat gizliden gizliye de kendi blogumu yenilemek ve daha farklı havada sizlere sunabilmek için adı bilinmeyen bir blog üzerinde yeni kodlar yazarak bir blog yazıyordum dört aydan bu yana. Yeni Blog a girişmemden bu yana yazdıklarımda benim haricimde etkenlerden bir takım aksilikler oluyor ama ben yine hatlar falan diyerek pek üstüne gitmiyordum. Taa ki geçtiğimiz güne kadar..
Fikrine güvendiğim bir arkadaşa telefon açarak yeni blog un adresini verip beni fikirleriyle yönlendirmesini rica ettim. Fikirlerini öğrenmek için telefonun öteki ucunda beklerken birden bana;
Senin Blog Denizli ve Isparta Sulh Mahkemeleri Kararınca Engellenmiştir, Kara Listede ve Süresiz Kapalı dedi(bu linkte bir resim görürseniz şu an için sıkıntı yok fakat bir mahkeme kararı görürseniz engelleniyorsunuz demektir. Bu linkte sadece bir dolmakalem resmi var.). Beynimden vurulmuşa döndüm. Aylar süren ve sabahlara kadar uykusuz geçen gecelerimde ürettiğim binlerce satır kod ve yazılım boşa gitmişti. Zira yeni blog u Blogger ın da ait olduğu GOOGLE hizmet sunucusuna yazmıştım. Hemen hızlı bir okuma, araştırma ve uygulama sonucunda öğrendim ki; yukarıda adı geçen mahkemeler ATATÜRK ü kararlarına gerekçe göstererek GOOGLE ın ana sayfasının dıışında kalan %90 nını kullanıma ve erişime kapatmışlar. Bu üreten, düşünen, yazan beyinleri örseleyen engel hakkında yabancı dildeki yayınları da okumaya başlayınca geçen sene yaşadığımız kapatma eyleminin daha kapsamlı ve derinden bir türevinin işleme konduğu, ben de dank etti. Dank etmesine de gerek yok. Yabancı kaynaklar açıkça yazıyor. Bu konuyla ilgili yapacağınız bir arama da olayın gerçek yüzünü farklı dillerden okuyabileceksiniz. Tam da bu noktada taze et ticareti yapan FaceBook un neden engellenmediğini bu ışık altında bir kez daha düşünün. Kısa bir gelecekte GOOGLE ın bir parçası olan BLOGGER ve BLOGSPOT ta Türkiye'de Kapatılacak. Ve konuşan, düşünen, paylaşan insanlar bir kez daha susturularak zaten aydınlık olmayan Koyunlar Cumhuriyeti gökyüzü bir kez daha karartılacak. Bu yüzden ve en azından;
  • Blog larınızı öncelikle ve acilen dışa aktarın.
  • Yazılarınızın bir HTML kod örneği ve bir metin örneğini bilgisayarınızda saklayınız.
  • Metin türünde olacak dosyalarınızı yazılarınızın altına KOPYALA ve YAPIŞTIR tekniği ile yorumcularınızın yorumlarını da ekleyerek bilgisayarınızda saklayınız.
  • Şablonlarınızın bir örneğini Blogger dan bilgisayarınıza yedekleyiniz.
  • İzlediğiniz Blogları GOOGLE Reader hizmetinden yararlanarak işaretleyiniz. Bunun yararını sevdiğiniz yazarları ilerideki karanlık günlerde okuyabildiğinizde daha iyi anlayacaksınız.
  • Şu anda GOOGLE hizmetlerini çokça kullananlar ve Blog ları izleyenler, DNS ayarlarını ağ bağlantısı özelliklerinden Yeğlenen DNS Sunucusu=208-67-222-222 veya yerine 4-2-2-1
    Diğer DNS Sunucusu=208-67-220-220 veya yerine 4-2-2-2 değerlerine değiştirerek çitden atlayabilirler. Eğer YouTube ü doğru olarak görüntülüyorsanız. Bu DNS ayarlarına ihtiyacınız yok ve GOOGLE hizmetlerinden yararlanabiliyorsunuz demektir.
Aslında bu da geçici bir çözüm. Geçen sene yapılan gövde gösterisiyle sopanın sadece ucunu görmüştük. Belki farkında değilsiniz ama 1 yıldan bu yana WORDPRESS Blog hizmet sağlayıcısı da engelliydi. Burdaki zihniyet ayan beyan ortadadır. Ve Blogger dünyasını sudan bir bahane ve kafalarında olan o yöntemle, yazan, konuşan, üreten binlercemizi Cezayir, Fas, Tunus ve bunu gibi ülkelerde olduğu gibi KARARTACAKLAR.
Çünkü AKLI HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR BİREYLER İstemiyorlar. Siz ALPHA ya inanın ve bir KOYUN olup OTLAyın yeter.


Tam Metin
Etiketler: ,

ACININ İLACI!...

Gönderen icimdeki yolculuk 8 yorum

''Söyleyin ! O duaları edeyim, O sihirleri yapayım.'' diyen üzüntülü anneye;
Çinli din adamı, acısını yatıştıracak sözler yerine bir görev verdi:
''Bana ,yaşamları boyunca bireylerinden teki bile hiç bir acı tatmamış bir evden ,bir avuç hardal tohumu getir,'' dedi.
''onu senin yaşamından acıyı yok etmek için kullanacağız.''


Üzüntülü anne ,bu sihirli tohumu isteyebilmek için ,acının bilinmediği bir ev aramaya başladı.sonunda çok güzel ve çok büyük konak gördü ve gitti ,umutla kapısını çaldı.
''içinde acının asa yaşanmadığı bir ev arıyorum,''dedi.''bu güzel ve büyük konağı görünce ,burada acının yaşanmadığına inandım ve aradığım yerin burası olduğuna karar verdim.''
konağın sahipleri ,acılı anneyi içeri aldılar ,ona ikramda bulundular ve acısını dinledikten sonra ,aradığı evin burası olmadığını söylediler.
''siz yanlış yerdesiniz.''diye söze başladılar ve sonra da ,başlarından geçen tüm acılı olayları anlattılar.
acılı anne ,ev sahiplerini dinlerken onlara acımaya başladı:
''bunlar benden daha acılı''dedi kendi kendine.
bunlara birilerininin kesinlikle yardımcı olması gerekir.çevrede onlara yardım edecek kişilerin bulunmadığını görünce bir düre orada kaldı ve elinden geldiğince onlara yardımcı oldu.

Acılı anne yine sokak sokak dolaşarak ,içinde acının yaşanmadığı başka evler aramayı sürdürdü.fajat hangi evin kapısını çaldıysa acılı öyküler dinledi.ev bulamamış ama tüm evlerdeki kişilerin acılarını paylaşarak onlara yardımcı olabilmişti.

Acılı anne ,evlerde tanıştığı acılı kişilerin acılarını azaltabilmek ve onlara yardımcı olabilmek için kendini o denli kaptırdı ki , bir süre sonra kendi yüreğindeki evlat acısının da azalmaya başladığını gördü.
ve sonunda ,sihirli hardal tohumunu aramayı da ,içindeki acıyıda unuttuğunun ayırdına vardı..
Tam Metin
Etiketler: , ,

Evlat

5 Ocak 2010 Salı Gönderen Belgin 5 yorum

Evlat 1:
Anne, 63 yaşında, belinden sakat ve üç defa inme indi, şimdi de nefes darlığından geçen ayın 30. dan beri hastanede yatıyor. Giyinmekte, yıkanmakta yardıma ihtiyacı vardır. Kızı (40) abisiyle birlikte annesini hastaneye yatırır ve annesine Yılbaşını geçirmek için Berlin´e gideceğini söyler, annesi ertelemesini ister, kızıysa „Olmaz!“ der ve o gece Berlin´e gitmek için yola çıkar.


Evlat 2:
Yakınımızın kızıyla evli bir Alman damadımız var, Alzheimer olan annesine baktı yıllarca, sofra kurulduğunda ilk önce annesine yedirirdi yemeğini. Ìlgimi çekti bu davranışı ve ona sordum bir gün, niye böyle yaptığını: "Benim karnım doyunca belki annemin karnının aç oldugunu unuturum, onun için ilk önce onu doyuruyorum!" dedi.

Yorum sizin..
Tam Metin
Etiketler: ,

Umut Var ya! Bir de şu SEVGİ.

3 Ocak 2010 Pazar Gönderen Yazmak Keyiftir 19 yorum
Glitter Text Generator

İnsan kızkardeşlerinin doğumgünlerini bilmez mi ? Ben bilmiyorum bilmesine de.. Bu benim suçum değil. Anamız her birimizi bir yerden devşirmiş çingen bohçası gibi. Bir tek aralarında Lahana içinde bulunan benim. Lahana o kadar büyükmüş müş kii, Çınarla annem taşımış eve.. Zannediyorum o yüzden, bana demediy di; kardeşlerin şurda şurda, şöyle şöyle doğdu diye. Ben de gidip ordan burdan öğreniyorum.
Azıcık geç oldu ama ne yapayım, öğrenir öğrenmez de gecenin şu saati topladım kızları. Çalalım bakalım Funda için dedik. Bu çıktı ortaya. İdare edicen, bu saatte anca bu kadar.
Sevgili Funda Kardeşim (içimdeki yolculuk) !
Yeni yıl, yeni yaş ve yeni aşı nın hanene bereket, huzur, sağlık ve ağız tadıyla gelirken sevgi ve aşk kapını kırsın. Başına inşallah ve büyük Allah ŞANS düşsün.
Şu ortadaki gergin olan var ya ? O benim. Artık geri kalanların da kimin kim olduğunu bulmak sana düşüyooo.


Hepimiz seni çok seviyor ve uzun ömürler diliyoruz.
Tam Metin
Etiketler: ,