KIRDA AÇAN ÇİÇEKLER 2
16 Ekim 2009 Cuma
Deniz kıyısında bir kayanın üstünde gözleri taa uzaklarda bir noktaya takılı, kımıldamadan oturuken buldu annesi Ahmet’i. Sessizce yanıbaşına oturdu oğlunun ve saçlarını okşamaya başladı. Yine kımıldamadı, hiç tepki vermedi Ahmet, ağzını açsa, yaşlar boşalacaktı gözlerinden. Sevmiyordu ağlamayı, belki de utanıyordu.Erkek adam ağlar mı demişlerdi hep küçüklüğünden beri. Yere düşüp dizi kanasa, “sus!” demişlerdi “koca adam oldun, hiç yakışır mı ağlamak?” Ani bir karar vermiş gibi Annesine döndü hızla, göz pınarlarındaki yaşları akıtmamak için gözlerini kırpmadan, “bir daha onu görmek istemiyorum anne” “ama” dedi kadın boğazına tıkanan yumruktan kurtulmak için yutkunarak “o senin baban oğlum. Yapma günah!” “Benim babam yok. Bir daha onu görmek istemiyorum” dedi tek tek kelimelerin üstüne basarak, kendinden ne kadar emin olduğunu annesine kanıtlamak istercesine. Sustu kadın. Gözyaşlarını, oğlu görmesin diye öteki tarafa dönüp, hafifçe yazmasının ucuyla sildi…
Güneş muhteşem bir manzarayla batıyordu ufukta. Gökyüzü renkten renge giren bir yangın yeri gibiydi sanki. Biraz önce kıpkırmızı iken bir dakika sonra sarı turuncu gri halkalar oluşuturuyordu, ateş topu gibi, denize ha düştü ha düşecek hissi veren güneşin etrafında ve deniz gökyüzünün tüm rengini sergilerken üstünde, dalgalar çapkın kıpırtılarla dansediyordu.
Güneş muhteşem bir manzarayla batıyordu ufukta. Gökyüzü renkten renge giren bir yangın yeri gibiydi sanki. Biraz önce kıpkırmızı iken bir dakika sonra sarı turuncu gri halkalar oluşuturuyordu, ateş topu gibi, denize ha düştü ha düşecek hissi veren güneşin etrafında ve deniz gökyüzünün tüm rengini sergilerken üstünde, dalgalar çapkın kıpırtılarla dansediyordu.
Sessizce, birbirlerini daha fazla üzmemek için, gözyaşlarını içlerine akıtarak gün batımını izlediler ne kadar oturduklarının farkına varmadan… Ayşe’nin; cıvıl cıvıl, biraz önce babasına sarılıp hasret gidermiş olmasının verdiği doyum ve neşeyle, seslendiğini duydular. ” Siz ne yapıyorsunuz orda?” “Denizi seyrediyoruz” dedi zoraki bir gülümsemeyle,ikisi de aynı anda. “Abi! Hadi taş kaydıralım denizin üstünde” dedi küçük kız ağabeyinin elinden tutup kaldırmaya çalışarak. “Göremeyiz taşı, bak hava kararıyor” derken Ahmet, Ayşe çoktan başlamıştı bile yerden bulduğu yassı düzgün taşları denize atmaya… ” Öyle değil, bak böyle yapacaksın.” Yerden aldığı yassı taşı denize paralel gitmesini sağlayacak bir açıyla fırlattı Ahmet. “Üç kez sektirdin. Ben niye yapamıyorum?” diye dudaklarını sarkıtarak, nazlı nazlı mızırdandı ağabeyine.” Söz! Yarın gelelim,sana öğreteceğim nasıl atacağını…” Şevkatle kardeşinin omuzuna attı kolunu,Ayşe de onun beline sarıldı sıkı sıkı. Anneleri arkada çocuklar önde evlerine dönerken, fırtına sonrası gibi yorgun durgun sakindi üçü de…
“Annem” dedi içinden ahmet ta yürekten, “Allah’ım iyi ki Annem var. Onu bir daha üzmeyeceğim söz veriyorum. Annemden ayırma bizi yalvarırım”
Çocuklar vardır; el bebek gül bebek,sevgiyle çevrelenmiş dört yanı. Çocuklar vardır; bir sıfır yeniktir taa başından. Hayata gözlerini açtıklarında başlar mücadeleleri; ayakta kalmak, yaşamak, sadece karınlarını doyurabilmek için.
...ateş topu gibi, denize ha düştü ha düşecek hissi veren güneşin etrafında ve deniz gökyüzünün tüm rengini sergilerken üstünde, dalgalar çapkın kıpırtılarla dansediyordu.
Öykünün iç yaralayıcı akışı içinde yakalanan bu kare..
Anlatımını çok beğendiğim bu öykünün sonu nereye gidecek çok merak ediyorum..
Sevgimle..
Gülen'im benim; çok teşekkür ederim.( Ayy pek te kafiyeli oldu:))
Sevgiler
gerçek kesit... gibi tadı damakta kalan bir öyküğ devamını bekliyorum merakla
İçimdeki yolculuk; çok teşekkürler canım.
Sevgiler